‘’Kimi zaman yenilgiye uğramış olmak, zafer kazanmaktan daha önemlidir.’’ demişti kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektubunda. Hayatı boyunca açtığı her kapıyı yenilgiye uğrayarak kapatmış, Vincent adının anlamı olan zaferi hiç tadamadan yitip giden bir deha…
Gecenin gündüze dönüştüğü anlarda, gece düşlediklerini tuvale yansıtırken, bir köşesine minikçe Vincent yazan düşlerin ressamıydı o. ‘’Kimse bana kim olduğumu sormadı. Adımı ben kendim söylüyorum ve resimlerimi bu küçük adımla imzalıyorum: Vincent-Zafer. Geleceğe inanıyorum. Yarın gelecekler bunları görecekler.’’ sözlerini mektubuna yazan böyle geleceğe inancı tam olan bir ressamın, dahiliğini deliliğe karıştırması belki de dünyada eşi benzeri olmayan aklı başında bir deli olduğunu kanıtlamaktadır.
Post-Empresyonist ressam Vincent Van gogh, 30 Mart 1853 yılında Hollanda’nın güneyinde, Belçika sınırı Brabant Bölgesinde, Groot Zundert Köyü’nde doğdu. Protestan Papaz Theodorus van Gogh ve Anna van Gogh-Carbentus’un altı çocuğunun en büyüğüydü. Ailesi tam bir yıl önce aynı gün ölü olarak doğan abisinin adını vermiştir. Vincent’in ailesinde üst sınıf ve zengin kişiler bulunmasına rağmen babası bir köy papazıydı.
Aynaya bakarak kendini en çok resmeden sanatçıların başında gelir Vincent. Aynalarda kendine bu kadar çok bakmasının yanında, köylülere de, insanlara da, ağaçlara da, gökyüzüne de, manzaraya da çokça bakar, resmederdi. Yaşamını, sanat günlerini, çevresini yaptığı bu resimlerle izlemek mümkündür.
Hayatta belki de tek istediği şey etrafındakiler tarafından anlaşılmak, birinin, birilerinin onu anlamasıydı. Delilik derecesinde çılgın ve gözü pekti ancak buna rağmen para, ün, şöhret hiç biri umurunda değildi. Bu yüzden arkadaşlıklarına önem verdi. Bunun en güzel örneği Gauguin ile olan arkadaşlığı, aynı şekilde Gauguin’in resimleri. Belki de en çok umutlu olduğu insandı Gauguin. Onunla dertleşmek, renklerin ve resimlerin diliyle konuşmak istiyordu. Ancak Gauguin, Vincent’in hiç de tahmin ettiği bir karaktere sahip değildi, baskın karakteri yüzünden aralarındaki ilişki gittikçe kötüleşmişti.
İçinde yaşadığı zamana ve düzene çok yabancılık çeken ressam, bu yabancılığın onu günden güne yalnızlaştırdığının da farkındaydı. Etrafında kime elini uzatsa, karşılık alamadığı o elleri mum alevinde yakmış, derdini anlatamadığı zaman ise kriz geçirip ustura ile sol kulağını kesmişti. Her döneme ait olmayı başarmış, fakat yaşadığı dönemde bile her şeye yabancı ve yalnız olmasından ötürü, en azından yaşarken her döneme ait olabileceğinin farkına varamamış bir sanatçıydı.
Monet, Cezanne, Renoir, Seurat, Gauguin gibi ressamların resimlerine bakmış ama en çok Millet’ye hayrandır. Tarlaları, halktan kişileri tablolarına konu alan Millet’ye kendini yakın bulmuş sanki resimlerinde kendini görmüş, kendinden parçalar bulmuştu. Hüzün, acı, yalnızlık, ezilenler tıpkı kendisi gibi… Belki bu yüzdendir ki sadece bir kış boyunca elli köylü portresi yapmıştır.
Sanat nedir? Yaşam nedir? Ben kimim? Belki de hayatı boyunca bu soruların cevabını aramıştı. Bu soruların yanıtını alabileceğini umduğu bir fırsat çıkmıştı önüne. Paris’te Fernand Cormon’un atölyesi. Fakat burada da kafasında dönen sorulara yanıt bulamamıştır. Yanıt aradığı sorulara cevapları sanat eserlerinde, resimler de ama en çokta kitaplarda aramıştır. Bunun en büyük kanıtı abisi Theo’ya, ‘’şu sıralarda çok kitap okuyorum, kitaba karşı hemen hemen karşı konulamaz bir tutkum var’’ diyerek kitap isimlerini bile mektubuna aktarmıştır. Çoğumuz Van Gogh’u, sadece gördüğü halisülasyonlarla yaptığı resimlerden, acı ve yalnızlıkla geçen bir hayatının olduğundan, hayatı boyunca tek bir resim dahi satamamış olmasından tanırız. Hangimiz biliriz ki onun Tolstoy, Emile Zola, Kutsal Kitap, Michelet, Hugo okuduğunu?
Görünenin aksine, yaşama ve sanata Van Gogh’un gözünden, kalbinden bakabilirsek belki de hepimiz kendimizden birer parça bulacağız. Kim bilir belki de hepimizin etrafımıza yansıtamadığı soruları, düşünceleri Van Gogh cesaret ederek haykırdığı için kendi döneminde kimseler onu anlamamış ve deli olarak görmüşlerdir? Büyük resmi görenler, karanlığın içinde ışığı arayanlar, kendinden sonraki dönemlerde bile ses getirenlerdir. Van Gogh neden hala eşsiz, çözülmesi zor olan ve eserleri neden bu kadar sevilip, çok kopyalanan bir sanatçı oldu? Bu sorunun en güzel cevabı yazdığı bir mektubunda geçer. ‘’Geleceğin ressamı’’ bugüne kadar hiç görülmemiş renklere, adını Van Gogh sarısı yapmış sarılara ve zıttı olan mavilere, onları bir arada kullanarak yaptığı eserler olacaktır.