Ülkemiz; son yıllarda yaşanan mülteci akınları ya da mülteci gibi görünen uyuşturucu tacirleri ve terör
örgütleri ile resmen içeriden işgal edilmiş durumda. Aynı zamanda, batıda ege adalarının
silahlandırılması, Akdeniz’de dolaşan yabancı savaş gemileri, güneyde pkk-pyd unsurları, doğuda İran
ve Ermenistan, kuzeyde Rusya ile her an bir dış savaşla yüz yüze gelmemiz an meselesidir. Tüm bunlar
bu gün gözle görülenlerdir. Bir de yıllarca sinsi sinsi yapılan öyle bir işgal var dı ki, en tehlikelisi ve
ülkenin bu gün geldığı durumun da asıl sebebi bu işgal oldu. İşte bu sinsi işgal planı ile vatanımız ve
biz Türkler çoktan işgal edildik bile.
Atatürk’ün vefatından sonra ülkemiz işgale hazırlandı ve 60 lı yıllarda yoğun bir şekilde bu işgal devam
etti. Sonraki yıllar işgal giderek şiddetini arttırdı ve günümüze geldiğimizde bütün Türkler, her birimiz
açık bir cezaevinde, görünmez bir prangalarla ellerimiz ve kollarımız bağlı esaret içerisinde yaşamaya
devam eder hale geldik. Geriye sadece askeri işgal kaldı, o da pek yakındır.
Balkan savaşı, 1. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı gibi üst üste yıllarca verilen savaşların sonucunda,
orduları dağıtılmış, silahları toplatılmış, her bir yanı 1. Dünya savaşı galibi ülkelerce işgal edilen bir
ülke ve yine bu durumun sonucu olarak açlıktan ve fakirlikten bitap düşmüş, % 95’i okur-yazar
olmayan, bir kısmı İşgal kuvvetlerinin emrinde hareket eden, bir kısmı da kişisel menfaatleri
doğrultusunda hareket eden sahte cemaat ve tarikatlar la kandırılmış insanların arasında; bir avuç
korkusuz Türk ile yola çıkan ve dünya da görülmemiş mucizelere imza atan Ulu önderimiz Mareşal
Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Ülkemizin en zifiri karanlığına bir güneş gibi doğarak ışıkları ile Türk
halkını aydınlatmaya başlıyor.
Önce Kuvvai Milliye kuruluyor, ardından Kurtuluş savaşı veriliyor, her türlü zorluğa karşı; Türk yıldırım
oluyor, kasırga oluyor. Dünya da benzeri görülmemiş bir savaşlar ve mücadeleler ile düşman yurttan
çıkarılıyor ve 29 Ekim 1923’de yep yeni bir Türk Cumhuriyeti kuruluyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra, bütün dünya; bunca savaş ve yokluğun içinde bu ülke
ayakta kalamaz çok yakında dağılır ve batar beklentisindeyken, o seçilmiş dahi 2. mucizesiyle dünya
ya yeni bir şok daha yaşatıyor. Avrupa gibi medeni denilen ülkelerde bile olmayan yasal haklar,
devrimler, sanayide, tarımda, eğitimde, bilimde reformlar la ülkeye çağ atlatıyor ve o dönemin
modern çağının da üzerine çıkıyor. Bütün dünya 1929 da ekonomik buhran içindeyken, Türkiye % 9
büyüme ile bütün dünyaya parmak ısırtıyor. Düşman artık Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne
gücünün yetmeyeceğini, Atatürk varken Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir şey yapamayacağını anlamıştı.
Artık sinsi planlarını yaparak beklemeye geçtiler. İlk hedefleri Atatürk’ü ortadan kaldırmaktı. Organize
ettikleri yabancı ve sonrasında yerli mason doktorlar aracılığıyla 10 Kasım 1938 de o dahi liderin, Ulu
Önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına sebep oldular ( Bkz. Hüseyin Hakkı
Kahveci Atatürk’ün Katilleri kitabı ).
Atatürk’ün vefatının hemen sonrasında İşgal kuvvetlerinin ana unsurları olan İngilizler, Fransızlar ve
kendini saklamayı beceren illüminatinin ana merkezindeki ABD ve 1945 sonrası İsrail gibi ülkeler, asıl
sinsi planlarının tohumunu atmaya başladılar. İlk İşleri İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı ile, Atatürk’ün
çalışma arkadaşları teker teker görevden aldırarak; yerlerine kendilerinin önerdiği ve her istediklerini
yapacak bakanların getirilmesini sağladılar. Bu bakanlar ile Atatürk’ün kurduğu sistemi yavaş yavaş
çökerterek yerine kendi sistemlerinin temellerini atmaya başladılar. Biraz daha öz e inersek,
Atatürk’ün devlet yönetim algoritmasını rafa kaldırarak, ithal izm’lere ( Kapitalizm, Liberalizm, Faşizm,
Komünizm, Sosyalizm vs. ) kapıları araladılar.
Sonra hedefte, Atatürk’ün ilkelerini parçalayarak, Bu ilkelerin tamamıyla bir bütün olmuş ve birlik
halindeki Türk’ü bölüp, parçalayıp, birbirine düşman hale getirip, bir biriyle çatıştırmak vardı.
Buhedef için hemen çok partili döneme geçilmesini sağlattılar. Ülke artık sağcı-solcu diye ikiye
bölünmüştü. Zaman içinde daha da ileri gidip, daha çok parti kurdurarak daha çok bölünmenin,
kutuplaşmanın önünü açtılar. Ülkede artık daha çok ayrılık vardı, Türklerin içerisinde, sadece sağcı-
solcu değil; artık faşistler, komünistler, devrimciler, ülkücüler, mutaassıp dindarlar, tarikatlar ve
cemaatlerle Türk halkını paramparça yaptılar. Bu parçalanmış yapıların liderleri ise tek bir merkezden
kontrol ediliyor aynı merkezden emir alıyordu. Plan da sırada kaos vardı, kan dökülmesi vardı. 1960’lı
yılların son çeyreğinde, Planları işlemeye başladı. 1980’e kadar onbinler’ce pırıl pırıl Türk genci
birbirlerini öldürdü. Kimi faşist’ti, kimi komünist. Kimi ülkücüydü, kimi devrimci. Oysa ölenin de
öldürenin de tek amacı vatanını korumaktı.
İşi biraz daha boyutlandırmak için yeni yeni tarikat ve cemaatler kurdurularak mezhepsel çatışmaların da önünü açtılar. Maraş’ta, Çorum’da, alevikatliamları başladı. Gözü dönmüş yobazlar çoluk çocuk demeden katliamlar yapıyordu. 12 Eylül1980’de kaos sonlandırıldı. Ancak halk, artık partileşmiş bu yapılarla bir birinden nefret eder hale gelmişti.
Bu kez, Türkiye’nin başına yeni bir sorun yaratmak istediler onu da yaptılar. Türk ve Kürt’ü
karşı karşıya getirip PKK diye bir terör örgütünü ülkemizin karşısına musallat ettiler ve maddi olarak
finanse ettiler, silah cephane ve eğitimde teröriste her türlü desteği verdiler. Bu durumun sonucu
olarak günümüze kadar on binlerce şehitimizin de baş sorumlusu oldular.
Artık Türkiye Cumhuriyeti’nde bağımsızlığın sadece adı kalmış durumda. Siyasal alandan başlayarak
tüm alanlarda bağımlılık gözle görülür bir hale geldi. Çocukluğumuzdan beri gördüğümüz tek şey,
iktidara hangi parti gelirse gelsin, 2-3 ay halkın ağzına bir parmak bal çalıp, ardından bir önceki
partinin kaldığı yerden emir komuta merkezine hizmete devam etmeleri oldu.
Son 25 yılımıza geldiğimizde ise sıradaki planla, toplumun, eğitim seviyesini düşürüp; töre, ahlak gibi kavramların üzerini örtmeye başladılar ve benim memurum işini bilir gibi sözlerle, rüşvetin yolsuzluğun,
ahlaksızlığın önünü açtılar. Halkın çok büyük bir bölümü, algı yoksunu bir hale geldi.
Halkımız; ABD, İngiltere gibi ülkelerden icazet alamayan parti iktidara gelemez dedi. Ancak
icazetin biat etmek olduğunu, o partinin küresel güçlerin emrine girip, ülkemizin yer altı ve
yer üstü kaynaklarını bu güçlere sunacağını düşünmedi bile.
Halkımız; Siyasi partilerin icazet almaya gittiği makamdan kumanda edildiğini, sağcı, solcu,
milliyetçi, dindar görünümlerinin sadece bir maske olduğunu, anlayamadı bile.
Halkımız; partilerin ekran başında birbirlerine hakaret yağdırıp, düşmanlık tohumlarını bütün
Türk halkına zerk ederken, onların kapalı kapılar ardında el ele, kol kola olduğunu, toplumun
ise kutuplaşıp param parça olduğunu göremedi bile.
Halkımız; ülkenin hırsızlıklar, yolsuzluklar içinde yönetilmesine, mülteci adı altında yabancı
örgüt ve savaşçıların ülkeye doluşmasına, ülkenin demografik yapısının bozulmasımna ve bir
Türksüzlük politikasının başlatılmasına üç maymunu oynayarak sessiz kaldı.
Halkımız; Son dönemde bütün siyasi partilerin bu ülkeye zarar verdiğini görmesine ve
bilmesine rağmen, asıl kurtuluşun siyasi kimliklerden kurtularak birlik olmakla mümkün
olduğunu, Partiler olmadan da Atatürk Devlet yönetim sistemiyle bu ülkenin
yönetilebileceğini henüz anlayamadı bile.
Acı ama gerçek bundan ibaret. Maalesef Ülkemiz, Türkiye Cumhuriyeti oynanan bu oyunlarla yok
oluşun eşiğine gelmiştir. Biz Türkler vatanımıza sahip çıkmak zorundayız. Atatürk bu Cumhuriyeti
bizlere emanet ederken, Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır. Sözünü söylemiştir.
Devletimizi koruyup kollamak her Türk’ün vazifesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar
kalması için önce siyasal kimliklerimizi çöpe atıp, Vatan için birlik olmak zorundayız. Bu birliğin tek
adresi, Kuvvai Türk’dür. Atabey19 Gençlik Kültür Ocakları’dır.
ERCAN CAMALAN