“Tanrı kadim, kul kadim, ayrılmadım bir adım, Gör kul kim, Tanrı kimdir, anla ey sahip kabul.”(Yunus Emre)
İçinde bulunduğumuz çağın bilgisini gerçek bilgi zannediyoruz. Güncel olana inanma, gerçek olana inanmayı geride bırakmış durumda oysaki gündelik bilgiyi görevi dışında kullanamayız. Mevcuda da hikmet nazarıyla bakmak… Hakikatle yapılan bir yanlışın yerine doğrusunu koymamak büyük bir kusurdur. Oysa’ki “40 lar meclisinde verilen her söz can kulağında çınlamaktadır.”
İnsanın, birer ilahi kanun olan kâinattaki cari sebepler sistemine riayet edip etmemesi önemlidir. Başımıza gelen olaylar sebepler üzerine kuruludur işte bu sebepleri asıl istihdam eden sahibidir, yaradandır. Hayat aslında kendi içinde kusursuzdur, ahenk içinde bir ritmi vardır önemli olan bu ritme ayak uydurmaktır.
Hayatımızdan nice olaylar nice anılar geçmesine rağmen huyumuz pek değişmemiştir. Biraz geniş açıdan bakıldığı zaman hiç gereği olmadığı halde sabırsızlık belirtileri gösteren bilinçsiz koşturmacalar var toplumumuzda.
Öyle insanlar vardır ki yasalara uymayan hiçbir şey yapmamışlardır hayatları boyunca ama iyi insan diye övülmeyi hak etmezler yüce yargı onları da yargılayabilir. Dünyanın en iyi insanları da olsalar eğer yaptıkları ve düşündükleri ilahi kanunlarla ölçülüp kendilerine de gösterilseydi ömürlerinde defalarca kez idamlık suç işlememiş hiçbir insan olmaz, bende sanmıyorum.
Hayatın feyzi (akışı) kişilerin hüviyeti (özü) ile iyi (hayr) olur. Ancak eşyaya herhangi bir yüklem (ahkam) bir’le bir’lik olarak seyreder.
Kişi tek başına mutlak bilinmeyendir.
Mesela hayatımızdaki küçük sebeplerin çokluğu başımıza gelen sebeplerin sebebidir. Sebepler kişinin eseri olup aynıdır her sebep eserin eseridir. Demek istediğim bugün yaşadığımız, başımıza gelen şeyler kendi eserlerimizdir.
Bir şeyin daha önce olmadığını daha sonradan olduğunu söylememiz mümkün değildir bu yüzden zamanda hiçbir zaman aralık (fasıla) yoktur. Zaman süreklidir sadece isimler değişir. Oldu bittiye getirmek veya yaptım oldu, ne yaparsan yanına kar kalır demek yalın ve gafil bir yaklaşımdır. Her an sürekli olarak değişen dünyada daima yeni suretini bir öncekinden alan bir döngü vardır. Yapılan zerre kadar iyilik ve kötülüğün mutlaka karşılığı vardır.
Gözlemleyemediğimiz küçük değişimler her zaman çift yönlü gelişir.
Reaksiyonda, öyle bir an gelir ki ileri yönde olan reaksiyon hızı ile geri yönde olan reaksiyon hızı eşit olur. İşte bu an kimyasal dengenin sağlandığı andır, artık konsantrasyonlar değişmez, çünkü reaksiyonlar her iki yönde de aynı hızda gerçekleşir. “Le Chatelier Prensibi” de her şey zıttı ile vardır sözüne açıklık getirmektedir. Ayrıca şunu eklemek lazım ki tüm zıtlıklar ve karşıtlıkları Tanrı birleştirendir. Kendisinde nitelik ve niceliğe sahip olmadığı halde nitelik ve niceliği birleştirendir. Karşıtlık ve olmadığı halde karşıtlığı birleştirendir. Bu hiçbir şekilde çokluk kabul etmeyen bir-lik durumudur. Bir’lik tüm güçlerin (kuvvetlerin) toplamıdır. Çünkü o tek başına çokların tamamını aşar. O yakıcı parlaklığın kendisine ait olduğu bir-lik hali tezahürünün olguların tüm çokluğunu yok etmeye sebep olduğu ve Hakk’tan başka hiçbir şeyin olmadığı bir’liktir. Bu bir-lik tüm metafizik sistemin çekirdeğini oluşturur.
Hareket olduktan sonra hissedip anlamak, anlamak sayılmaz. Büyük çabalardan sonra başarmak başarmak sayılmaz. Gördükten sonra bilmek, bilmek sayılmaz. Bu üç durum hissetme ve karşılık vermekten uzaklaşmayı gösterir.
Sun-Tzu
Sonradan kazandığımızı düşündüğümüz her şey zihindeki hayalden başka bir şey değildir. Kainatta olan her şey var olanın devamıdır.
Bireyin veya bir takım grupların yapılan yanlışlara doğru diyebilecek birilerini araması ve bulması kendilerini ve insanlığını kaybetmişliğin bir göstergesidir. Ve sık gördüğümüz bir tablodur.
Bu özelliğini kaybetmişlik durumuna ilahi denge en şiddetli kabilinden cevabını verecektir. Yanlıştan doğru sonuç alınması mümkün değildir zaten. Mantıki sebepler münasebetinde örnekler artırılabilir.
Örneğin ne zaman sorusu zaman bildirir oysaki Tanrı ile öz kulları (adamlar) arasında zaman silsilesi yoktur, bir öncesi ve bir sonrası olarak vardır. Mesela “Sipinozya’nın ilahi isimler sonsuz sıfatlardır.” Sözü pek manidardır.
İsimlerde asıl ve tali sebepler vardır ve tüm tali olanlar varlığını asil olanlara borçludur. Bu görünen Alemde tanrının varlığını resmeden apaçık örnektir. İnsanın kendini göstermesi için bir yeri ve faaliyet alanı olması gerekir. Görünenin çokluğundaki subjektif manzaralara karşın Kavrananın azlığındaki objektif hakikati görmemek için kör olmak lazım.
Ruhun kemali güzelliği ve ahengi anlama arzusudur. Güzelliği yada yetkinliği temaşa etmek, o yüce güce muhtemel zevk verici fikir ve duygu ile hareket etmek irade değil arzudur. İrade soyut ve somut şeylere ilgi duymaz yani arzu etmek gereklidir. Objesiz ve subjesiz yalın irade duygusuz hevessiz heyecansız yalın hale dönüşebilir. Söylediğim gibi doğru merak ve arzu önemlidir. Gerçekten arzu eden huzur ve istekle çabalar.
Tüm zihni süreçler görünen ile görünmeyen arasında bir merhaledir. Bazı hayaller ve rüyalara varlık müessesinde tahsis edilmiş yerler vardır. Hatta bunlar duyulur alemin suretlerinden daha üstündür. Hayal gücü ister uykudayken veya uyanıkken daima faaldir. Akılla nefis birbirine zıt hareket eder nefsin istediğini akıl, aklın istediğini nefis pek istemez fakat bazen rüyada akıl nefse kendisini açar işte o zaman önemli rüyalar görülebilir. Görülenler sadece semboldür yorumlanması gerekir her bir sembol göründüğü gibi değil farklı anlamlar ihtiva etmektedir. Mesela Hz. Muhammed’in rüyasında gördüğü ‘süt’ sadece semboldür arkasındaki hakikat ‘bilgidir.’
Doğrudan doğruya sembol içermeyen günlük hayatta birebir tezahür eden özel seçilmiş kişilere rüyada mesajlar gösterilebilir. Bu hakikatın iletilen farklı bir yoludur.
Yetkin insanın kalbi bütün ilahi faaliyetlerin merkezidir. İnsanlardaki tüm duyular ayna gibi birbirinin yansımasıdır. Hiçbir duyu tek başına bağımsız değildir. Tanrı ile irtibatı olmayan sahalar (duyular) zamanla kaybolur, yok olmaz.
Doğrudan doğruya baktığımızda varlığını kavrayamadığımız fakat arazlarını (belirtilerini) hissettiğimiz zaman mantık ve akıl yürütme yoluyla bulabildiğimiz hakikati bize gösteren yüce Tanrıya ve kadim elçilerine Atalarımıza, Atatürk ve Atabeyimize selam olsun.
Saygılarımla.
Taner Toraman