Dünya Tarihinin en eski ve en köklü milleti olan Türkler, varlıklarını sürdürdükleri topraklar da âdetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültürlerini ve yaşam tarzlarını da Dünyanın birçok yerinde tarihi bir iz olarak bırakmışlardır. Türklük, Çınar ağacı gibi Dünya’nın her yerine kök salmıştır.
Bilindiği üzere Başkentimiz Ankara’da bulunan Anıtkabir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşının bulunduğu, Türk kültürünün izlerini her köşesinde taşıyan, sayılar ve sembollerle desteklenen, eski bir Türk geleneği olan Kurgan mezar mantığı ile, Türk milletinin, seçkin mimarları Prof. Emin Onat ve Ahmet Orhan Arda tarafından incelikle inşası gerçekleştirilmiş bir anıt mezardır.
Türk kültürüne göre Kurgan veya Korgan olarak bilinen, kutsal mezar, türbe, mezarı koruyan anlamlarına gelen, içinde ulu ve kutluların bulunduğu gömüte verilen isimdir.
Büyük bir özenle seçilerek, kutsal alanlara yapılan kurganların tarihi, İskitlere kadar dayanmakta olup, Tarihçilere göre İskitler, Türkleri oluşturan “Turanaid” yani ön Türkler kavminin mensubudur.
Kurgan yapısına göre; ölen kutlu kişi için bir mezar odası yapılmakta, bu mezarı çevreleyen taşlar veya yığma toprak ile piramit şekline benzeyen tümsekler oluşturulup, dikdörtgen, kare veya dairesel olarak çevrelenmekteydi. Bu tümsekler, ölen kişinin önemine göre yüksek veya alçak olarak belirlenmekteydi. Kurganların yapımında en çok tercih edilen yerlerin başında, kutsal sayılan dağların dorukları ve etekleri, hatta ırmak yatakları ve göl kenarları olabiliyordu. Ünlü gezgin Marco Polo, Moğol döneminde şunları yazmaktadır: “Cengiz Han’ın soyundan gelen tüm büyük Tatar Hanları ve soylular öldüklerinde, Altay olarak adlandırılan çok büyük bir dağa gömülmek için götürülmektedirler, hatta bazen bu yerler çok uzak ve intikali oldukça zor alanlar olabiliyordu”.
Anıtkabir’in yüksek bir tepede inşa edilmesi, şeref salonu yer döşemeleri, tavan ve iç kolon süslemeleri, ok, yay, koçbaşı koçboynuzu gibi Göktürk ve hun kurganlarındaki motifleri, Bayrak direği, Kartal, Kılıç, At figürleri ile savaş tasvirli kabartmaları, kule çatılarındaki mızrak uçları, bakır lövye ile kaplı mezar kapısı gibi ve daha birçok özellikleri ile Türk kültürüne münhasır Anıtkabir’in, kurgan mezar olarak yapıldığını destekleyen nitelikteki donelerdir. Ayrıca Aslanlı yolun iki yanında oturmuş yirmi dört adet Aslan, Oğuz boyunu temsil etmektedir. Bunun gibi birçok detay, alan büyüklükleri, sütunların sayıları, mozoleye giden merdiven basamakları gibi, birçok şey, sayısal olarak hesaplanmış, karşılıkları da Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmiş ve gelecek Tarihine bazen bir anahtar, bazen de bir delil olmuştur. Anıtkabir’in her köşesi, bir anlam, bir mana ve bir sır taşımaktadır.
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun naaşı tamamen İslami kurallara uyacak şekilde kefenlenmiş ve defnedilmiştir. Kendisinin o şerefli ve gurur verici ifadesi ile; “En kutsal Sensin” dediği vatan toprağına emanettir. Mezar odası Osmanlı ve Selçuklu mimarisine uygun olarak sekizgen olarak inşa edilmiştir. Türk mitolojisine göre sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü temsil etmektedir.
Ulu Önderimiz, Bir konuşmasında; “Bir gün elbet öleceğim, milletim beni nereye isterse oraya defnedebilir, ancak ben mezarımın karşısında her daim dalgalanan Şanlı bir Türk Bayrağı görmek isterim” buyurmuşlardır. Buna göre Mimarlarımız Atatürk’ümüzün bu sözünü vasiyet kabul edip. Mezar odasını şanlı Türk Bayrağının dalgalandığı ve sonsuza kadar dalgalanacağı Ankara kalesinin karşısına yapmışlardır.
Anıtkabir’in sütunları, dün ve bugün hala bazı çevreler tarafından eleştirilere maruz kalmıştır. Sütunların Akropol’e benzetilmesi ile ilgili söylemler, Tarihin verdiği bilgiler ışığında düşünüldüğünde, ne kadar mesnetsiz ve bilgiden yoksun olduğu gözler önüne serilmektedir. Halbuki mimarlık tarihinin en eski ve yangın unsularından birini oluşturan sütun hemen her kültür çevresinde kullanılmış ve zengin çeşitleriyle üslup belirleyici bir rol oynamıştır. Mimarlara göre, Alan büyüdükçe iç mekânda serbest destekler devreye girer, böyle bir uygulamada tavanı tutacak en az bir veya daha fazla desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Anıtkabir’in tüm sütunları bu şeklide yapılmıştır.
Ayrıca yine, bir anlam yüklemek suretiyle dış mozeledeki büyük sütunlar, 19,44 metre olarak inşa edilmiştir. Bu da bize Anıtkabir’in temelinin atıldığı tarih olan 1944 yılını vermektedir. Görüldüğü gibi, kullanılan mimari bilgiler, sayılara dökülerek, taşlar konuşturulmuş ve bilgi aktarımı gerçekleştirilmiştir.
Belirtmek isterim ki, Anıtkabir’in inşası dönemin de, İkinci Ulusal Mimari Akımı veya Yeni Yöreselcilik, adıyla bilinen ve 1939 ile 1950 yılları arasında Türkiye’de etkisini gösteren bir akımdan faydalanılmıştır ve dönemin milliyetçi düşünce ve üsluplarından etkilenmiş bir mimarlık üslubudur. Bu akım, Selçuklu ve Osmanlı mimarisini temel almıştır. Kendi dönemin mimari özelliklerini de içine alan Anıtkabir her açıdan takdire şayandır, bu yapı Türk Ulusunun en değerli başyapıtı olmanın yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Tüm Dünyanın kendisini ziyaret ettiği, seçilmiş bir Ata Türk ‘ün değerli naaşının bulunduğu bir anıt mezardır. Bu denli kutlu ve kıymetli bir anıtın, böyle yakışıksız ve hiçbir dayanağı olmayan benzetmelere konu olması çok üzücüdür.
Ulu önderimizin ve Ülkemizin en değerli anıtı olan Anıtkabir’in bir yapı olarak nasıl konuşturulduğu ve anlamlandırıldığı ortadadır. Anıtkabir bu özellikleri ile daha çok konuşulacağı ve yüzyıllarca aktaracağı bilgilerin ışığı ile yolumuza ışık tutacağı bir gerçektir. Bazı gerçeklerin önüne hiçbir kötü yorum veya düşünce geçemediği gibi, “Güneş balçıkla sıvanmaz” diyerek sözlerimi bitirmek isterim.
Kaynak: Jean Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm Türkiye’de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Doç. Dr. Aydan Balamir Cumhuriyet dönemi mimarlığından bir panorama
Yeliz Altınöz
YAZARA AİT DİĞER YAZILAR
- Karbon Ayak İzi10 Mart 2023
- İstikbal Göklerde5 Mart 2023
- Deprem Görecek Günlerimiz Var Daha18 Şubat 2023
- Eğitime ”Duvar Örücüler”3 Şubat 2023
- Türklerin Nardugan Geleneği7 Ocak 2023