Eğitim ve öğretim, insanlığın var oluş amacına hizmet eder. Kendini gerçekleştirmek için yararlanabileceği olmazsa olmaz bir kılavuzdur. Tarihimize bakıldığında da her dönemin yaşam şartlarına uygun eğitim öğretim modeli oluşturulmuştur ve insanlar kendilerini geliştirmenin yollarını aramışlardır. Bu bağlamda bu ikili insan yaşamından ayrı düşünülemez. İnsan sürekli eğitim ve öğretim ile gelişir ve gelecek kuşaklara elde ettiği tecrübelerinin aktarımını sağlar. Kültürler, buluşlar, araştırmalar, bu şekilde anlam kazanır.
Eğitim ve öğretim, insanın yaşamdaki rolünü büyük bir ölçüde belirler. Belirli bir amacı ve meşguliyeti olan bireyler, boş ve gereksiz işlerle uğraşmaktan çok, sorumluluklarını bilen, kendi kendine yetebilen yararlı toplulukları oluştururlar. Bu durum, gelecek neslin kökleri olan anneler için daha da büyük önem taşır, çünkü gelecek kuşakların ilk öğretmeni Annedir. Bu şekilde yetişmiş bireylerin aktarımları, insanlığın kalitesini yükselterek devam eder.
Eğitim ve Öğretim hem dine hem de Ülke Önderlerine konu olmuştur. Bu sebepten Peygamber Efendimiz (S.A.V.); “İlim Çin’ de dahi olsa gidiniz” buyurmakta, Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’in ilk ayeti ise “Oku” diye başlamaktadır. Öğrenmenin eğitimin yaşı zamanı ve mekânı yoktur.
Öyle ki yakın zamanda; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Kur’an-ı Kerim’de yer alan astroloji, tıp, jeoloji ile ilgili ayetleri, alanının uzmanları ile yeniden anlamaya çalıştıklarını belirterek, “Kur’an-ı Kerim’in her 3-5 yılda bir yeniden anlaşılmaya ihtiyacı var” sözüyle, aslında anlayış geliştirmenin empati kurabilmenin kaynağının, okumak olduğunu en özel konu üzerinden işlemiş oldu.
Yine, Atatürk’ün şu sözü de çok anlamlıdır: “Bir gün benim sözlerim bilim ile ters düşerse siz bilimi seçin”.,. İlim ve Bilim kelimeleri eş anlamlı olup, ikisi de okuyup araştırmanın kaliteli eğitim ve öğretimin önemini vurgulamaktadır.
Tabii ki yakın tarihimizin eğitim sistemine bakıldığında bu konuya en çok değinilen dönem kuşkusuz Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki dönemdir. Atatürk bu konu ile ilgili olarak 1 Mart 1923 Tarihli TBMM’nin açılış konuşmasında;
“Eğitim ve öğretimde uygulanacak kuralların amacı, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir hükmetme aracı veya medeni bir zevk olmaktan çıkarıp, maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılabilir bir araç haline getirmektir.” şeklinde konuşmuş; eğitim ve öğretimde asıl önemin kariyer edinmenin ötesinde, işlevsel hale gelmesi için hayatın olağan akışında kullanılarak bulunduğu topluma yarar sağlanmasıdır. Burada Cumhuriyet’in kurulmasından hemen sonra eğitim alanına ne denli önem verildiği ortaya konulmuştur.
1923 yılına kadar Eğitim TBMM Maarif Vekilleri adı altında hizmet vermiştir. Daha sonrasında Millî Eğitim Bakanlığı adını alarak günümüze kadar devam etmiştir. Atatürk’ün isteği ile, eğitimde devlet denetiminin gerekliliği vurgulanarak, kendi kültürel değerlerimizin korunması açısından eğitimi güvence altına almak ve eğitimde eşitliği (Kız-Erkek) sağlamak amacı ile, 3 Mart 1924 tarihinde Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun hemen sonrasında, ilk defa Darülfünun (Üniversite) açılmıştır. Ayrıca Atatürk tarafından, 22 öğrenci, 1932 Yılında yurt dışına gönderilerek eğitim almaları sağlanmış, daha sonra geri çağırılarak ülkemizde çeşitli görevlerde bulunmuşlardır. Tük Dil Kurumu ’da bu tarihte kurulmuştur.
Eğitim ve öğretimin Ülkelerin gelişimi açısından ne denli önemli olduğunu, aldığı her karar ve uygulamaları ile ortaya koyan Mustafa Kemal Ata Türk, Köy enstitülerinin temelini oluşturan “Bölge okulları” fikrini ortaya koyan ilk dehadır. Kütüphaneler, konservatuar, müze ve güzel sanatlar, matbaaların kurulması, okuma yazma gece kursları yatılı eğitim yapılacak okullar, bilimsel konferanslar, bitki ve hayvan bahçeleri, iş başında eğitim, Öğretmenlerin eğitiminin, hatta eğitimcilerin terfilerinin nasıl yapılacağı konusunu bile dile getirmiş, konu ile ilgili detaylı bir çalışma yapmıştır. Ayrıca diğer açılış konuşmaların da yine eğitim alanındaki gelişmelerden bahsederek, İlahiyat fakültelerinin açılacağını, kırsal bölgelerde eğitimin önemli olduğunu, kendilerini ziraat dersleri verilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’i kendi maaşından karşılamak üzere tefsir ettirerek, okuyarak anlamanın önemine dikkat çekmiştir.
Dönemin maddi kaynaklarının kısıtlılığına rağmen, bütçenin büyük bir bölümü eğitim için harcanmakta idi. Cumhuriyet döneminde Osmanlı Devleti’nin borçları bütçenin %20’sini aştığı için, var olan yüz milyonluk bütçenin ilk yıllar üç milyonu eğitim için harcanmakta idi. Bu tutar 1938 tarihinde on altı milyonu aşmıştır.
Yine 1932 yılında halk evleri açılmıştır; sağlık, barınma, eğitim alanlarında destek veren, yardım amacı güden bir dernekti Halk evleri. Daha sonra 1940 yılına gelindiğinde, Köy enstitüleri gibi kurumlarla eğitim öğretim konusu tamamen işlevsel ve örnek hale getirildi. Eğitim sistemi tam olarak oturmuştu Dünya devletleri tarafından dikkat çekmeye başlanılmıştı. Bilindiği üzere enstitü, Atatürk’ün belirlediği eğitim projesinin geliştirilerek kurumsallaştırılmasına yönelik bir hareketti.
Bir neslin kalitesini ortaya koyan bu denli önemli bir konu, Ülkeler için son derece önem arz etmekteydi. Bu hızlı gelişimlere dikkat kesilen birçok Ülkedeki, araştırmacılar, felsefeciler, okullarımızı ziyaret için gelerek, köy okullarının eğitimlerini yerinde izlemişlerdir.
Böyle etkili ve işlevsel eğitim şeklinin, Türk insanını ve dolayısı ile Ülkelerini nasıl çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırabileceği ortadaydı. Bu durumu örnek almak isteyen ülkeler, yine kendi içimizde olup bize benzeyen bizden olmayanlarla bazı planlar yaparak duruma el koymak için fırsat kollamaya başlamışlardı.
Bu düşüncem, belgeler ile masonluğu kanıtlanmış olan, Köy enstitülerinin başında olan Hasan Ali Yücel’in zamanında yapmış olduğu loca seçiminden kaynaklanmaktadır. Bir eğitimcinin Mason locaları ile ilgili olması, bulunduğu makamın adında bulunan Milli kelimesi ile çelişiyordu, kanısındayım.
1935 yıllarında masonluk faaliyetleri Türkiye de aktif rol almaya başlamıştı. Atatürk Halk evlerindeki masonik yapılaşmaya dikkat çekmiş ve rahatsızlığını çok sert bir şekilde dile getirmiştir. Bu yapılaşma ilk olarak dönemin parti kadrolarında yer almaya başlamış daha sonra da, halka hizmet şeklindeki dernek ve vakıflarla hükmünü sürdürmeye çalışmıştır.
Masonluk, dinsel politik kültürel hatta ekonomik alanlarda faaliyette bulunan, birleştirici olduklarını söyledikleri, ezoterik bir yaklaşımla çeşitli ritüelleri olan, olaylara felsefi yaklaşan, belirli güçlere sahip olduğu inanılan üstatlarının ve birçok üyelerinin olduğu ve bu üyelerinin de çeşitli derecelere sahip olduğu yapılardır. Nitekim, çok ilginçtir, Hasan Ali Yücel’de, 7 Yıl 7 ay görevde kalıp daha sonra görevi bırakmıştı… 7 rakamının bir anlamı olsa gerek…
Amaçları kendi felsefelerini, eğitim araçları vasıtası ile, yine kendinden olanların yardımı ile dayatmaya çalışmaktı. Atatürk’e birçok kez masonluk teklif edilmiştir, tavrı bu teklifi getirenleri kovmak derecesine kadar çıkmıştır. Bu sebeple ölümüne kadar süren zamanda, kendisi için ölüm emirleri verilmiş ve bunun için her türlü operasyon yapılmıştır. Ama Atatürk, yaşamının son zamanlarında da olsa, o dönem için masonluğu bitirmiştir.
Eğitim metodu belli, yol belli, program verilmişti ama halen Eğitim sorununu çözemiyor ve başarılı olamıyoruz. Eğitim sistemimiz, defalarca Bakanların değişmesi, farklı sistemlerin uygulanması, sınav hataları ve usulsüzlük haberleri ile gündemde olup maalesef güveni yitirmiş bir haldedir.
Atatürk’ün çok anlamlı şu sözü ile sözlerimi bitirmek isterim;
“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim”
Kaynaklar: Atatürk ve CHP Saklı Tarih, Ali Kuzu- 1 Mart 1923 Atatürk’ün TBMM açılış konuşması
10 Nisan 1925 Hasan Ali Yücel’in Tekris Celsesi Zabtı 100\30 kayıt sıra no 33.derece
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Yozgat’a ziyareti konuşması
Yeliz Şeviktürk Altınöz