Demek ki; Atatürk’ün kaybından sonra biz bu ülkeyi yönetemedik. Cumhuriyetin ilk on yılında açık alınla çıkılan her savaştan sonra girilen tüm cephelerde bu sefer boynumuz büküldü, süngümüz düştü ve teslim olduk.
Yakın tarihimizin kayıtları bu durumu işaret ediyor. Kabul edip, etmemek gibi de bir lüksümüz yok hani.
O günlerin faturasını bugünlerde ve hatta yarınlarda da ödeyeceğimiz kesindir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İzmir iktisat Kongresinde;
“Efendiler, tarih., milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen görülmüştür. Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.
Efendiler, tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut yenilgiler, yok olmalar ve felâketler, bunların, tümü; gerçekleştikleri devirlerdeki iktisadî durumlarımızla ilişkili ve ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.” diyordu.
Bir ulus kurucu, bir devlet mimarı, bir Başkumandan, kurtuluş savaşı cephelerinden sonra iktisat cephesi siperlerinde de sanki “ey millet, ikinci hedefiniz sanayi ve tarımdır” diyordu.
O bunu işaret ve hedef göstermişken, ondan hemen sonra “üretme biz size veririz” oltasındaki yemle yemlenmediğimizin aksini iddia edebilir misiniz? O günlerden bugünlere üretmeyen, ürettirilmeyen, varsa paran al Türkiye. Ha o da mı yok, borçlan Türkiye.
Sosyal iflasın kapılarını açtığı ekonomik iflas ve birbiri ile iç içe geçmiş ve artarak büyüyen sorunlar yumağı. Askerinin dahi yatağı, yastığı kıçındaki donu Amerikan malı.
Okuyucularım bilir, yazılarımdaki ana fikir Atatürk Cumhuriyeti ve ulus devlet çizgisidir. Edirne’den Hakkari’ye kadar öne sürdüğüm fikirlerin rüzgarı Anıttepe’den eser. İnancım ve savunucusu olduğum değerler bunlardır. Bu değerlerin savunucusuyken de, sola sağa savrulamam, evirip çeviremem.
Gazi Paşa’dan sonraki siyasal ve sosyal hikayemezin gerçekleri ve bugünlerde de yine siyasal ve sosyal hayatımızın çökmesi iyi bir analiz, ve yurttaş dikkatliliği ödevi gerektirir.
Bugün “kuruluş değerleri, kuruluş değerleri” diye adeta feryat edilen bir süreçten geçiyorsak eğer, o günlerden bugünlere tarihimizin sayfalarını tekrar ve tekrar karıştırmak gerekir diye düşünüyorum.
Uzun lafın kısası, 1938 yılının 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçeden itibaren terk edilen kuruluş değerlerini bugünlerde aramak da bir acı ders, bir yarıda bırakılmış ödev olarak karşımızda duruyor.
Sorumlusu kim?
Siyasetçi.
Başka?
O siyasetçiyi şakşaklayan ve omuzunun üstünde taşıyan bu millet.
Gazi Paşa’dan bir hatırlatma;
“Bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asıl cevheri çok iyi tahlil etme, dikkatinden bir an bile vazgeçmesin…”
İktidarı ve muhalefeti ile;
Kolay omuzumuza alıyor ve tahlil etmiyoruz. Meselenin o gün de özü oydu, bugünde bu. Yoksa yoksa, ne Mart’ın sonu bahar, ne de Haziran’dan sonra yaz, işte size bir acı gerçek…
Atatürk ile kalın.
Selam ile…
Cem Ayaz
YAZARA AİT DĞER YAZILAR
- EVRENE BIRAKTIĞIMIZ İMZA…3 Aralık 2020
- O GÜNLER VE BUGÜNLER14 Kasım 2020
- SİREN SESİ KALBİMİZİN SESİ10 Kasım 2020
- SU, AYRAN VE AYDA BEBEK3 Kasım 2020
- DIŞ GÜÇLER7 Ekim 2020