Kukla oyununu bilir misiniz?
Hiç izlediniz mi?
Bazen büyük, bazen de küçük bir sahnede sergilenir. Bazen sahneye bile gerek duyulmaz, uluorta oynanır.
Kuklacı, kukla, oyun, o oyunun senaryosu ve sahnelenecek yer. Bu bileşenlerden oluşur. Kuklacı, ipler marifeti ile hareket ettirdiği kuklasını, bir sağa sola, yukarıya aşağıya evirir çevirir. Bazen dimdik bir pozisyona, bazen de iki seksen yüzükoyun yere serer. Çünkü, ipler onun elindedir.
Kuklayı da konuşturur hani. Bir nevi takdim. Sizler, algı da seçicilik ile önce kuklanın bir şeyler söylediğini zannedersiniz. Ama, anında onu bir kuklacının seslendirdiğini anımsar ve “hımmm…kuklacının sesi bu” diye içinden geçirirsiniz.
Kukla ne bir kelime az ne de bir kelime fazla laf edebilir. Yoksa hemen ipi çekiliverir. Eklem yerleri her hareketi kıvırabilecek özellikte olsa dahi, ipler kuklacının elinde ve kuklacının dediği anı ile vaki bir emir olur.
Bir de oyunun izleyicileri vardır.
Kimisi şakşaklar, ayakta alkışlar.
Amaçları bir daha ki oyunlara “bedava hayatlar” bileti kazanmaktır. Bir frendly kaplan gibi alkışlarlar çoğu zaman.
Bu çoğu zaman ne zamana dek peki?
Kuyrukları sıkışana, kukla değişene kadar..
Kuklacının hizmetindedirler aslında.
Bugün bu kuklayı, dün başka, yarın kuyruğu kaptırmadıysa eğer, yine şakşak sıralarında olmayı becerebilirler.
Bedava hayatlarını, frendly alkışlarıyla sağlarlar.
Burası çok önemli:
Aslında onlar da bilir ki;
Kuklalar zaman içinde değişse de o alkışlar hep kuklacıyadır, yeter ki sıkışmasın kuyruklar.
Bu uluorta oyunda, kuklaların takdimi mi?
Kuklacısınadır her daim.
Gösteri değişse de, kuklacı aynı, kuklaların ömrü ise, oyun değişene, işi bitene kadardır çoğu zaman.
Kukla oyununu takdimimdir.
Sürç-i lisan ettiysem, olacak o kadar…
Atatürk ile kalın.
Selam ile…