Gülen Cemaatinin attığı kumpaslar ve yaptığı operasyonlar arkasını dolduracak verilerin toplanması açısından iki kategoriye ayrılıyor. Birinci kategoride hedef kişi ve kurum uzun dönemde gözetim altına alınıyor, elektronik takip yapılıyor, hedef yakınındaki ve içindeki köstebekleri vasıtası ile en mahrem bilgiler toplanıyor ve zamanı gelince düğmeye basılıyor.
Bu yöntem menzil birlikteliği içinde bulunulan kişi ve kurumlara karşı da yapılıyor, hatta daha da kolay oluyordu. Yollar ayrıldığında veya ayrılması gerektiğinde; bu toplanan bilgiler kullanılıyor ve ipi çekiliyordu. İşte 17-25 Aralık, cemaatin böyle bir operasyonuydu!
Ergenekon-Balyoz
İkincisi kategoride ise cemaat eğer kumpas atacağı ve operasyon yapacağı hedef kişi ve kurumlarda suçlayıcı ve itibarsızlaştıran yeterli bilgi bulamazsa; uyduruk belgeler, imal edilmiş deliller, dijital terör unsuru sahte kanıtlar, ayarlanmış mahkemeler, hâkimler ve savcılarla medya desteğinde saldırıya geçerdi. İşte, Ergenekon-Balyoz tipi gayri hukuki davalar da böyle bir operasyondu.
17-25 Aralık’ta yaşadıklarımız, dünya gözü ile gördüklerimiz ve kulaklarımızla işittiklerimiz yenilir, yutulur cinsten değildi ve korkunç şeylerdi. 17-25 Aralık 2013’te şahit olduğumuz; belki de dünya tarihinin görüp görebileceği en büyük yolsuzluk ve rüşvet olayıydı.
Halvetken Belgeleri Toplamışlar
Cemaatle halvet olduklarından ve iç çamaşırı gibi birbirlerine yakınlıklarından dolayı her şeyleri ama her şeyleri kayıt altına alınmıştı. Cemaat, sayelerinde devletin tüm mahrem yerlerine nüfuz ettiğinden, devlete ait çok gizli bilgilerin teati edildiği kriptolu telefon devrelerini bile dinlemişti. Bu devrelerden yolsuzluğun ve rüşvetin inkâr edilemez belgelerini toplamışlar ve yol ayrımı geldiğinde kullanmak için saklamışlardı.
İktidar; “Cemaat bize kumpas attı ve tapeler montaj” diyerek ve devletin baskıcı gücünü kullanarak yargıyı, medyayı ve halkı sindirerek olayı hasıraltı etmeye çalıştı. Ama bu hasıraltı ediş ilanihaye olmaz, olamaz. Esasında söyledikleri doğruydu; “Cemaat iktidara kumpas kurdu” ama bu, kumpasın içini dolduran bilgilerin yanlış olduğunu göstermezdi. Buna karara verecek olan yargıydı ama konu yargıdan kaçırıldı. Çünkü; en yandaş yargıda bile bu konu asla ve kat’a aklanamazdı.
O Zaman Kim Aldı?
Bakan Erdoğan Bayraktar; “Her şey Başbakan’ın bilgisi dâhilinde yapıldı. Bize ne emir verdiyse, onu yaptık” dedi. Yani “Bizi yargıya teslim edersen, senin ipliğini pazara çıkarırız” demek istedi. Mesaj alındı ve gereği de yapıldı.
Cemaatin Ergenekon-Balyoz gibi ikinci kategori sınıflandırmasına giren kumpası çökmüştü ama birinci kategori sınıflandırmasına giren 17-25 Aralık kumpası çökmemişti. Kaçmak nereye kadar? Eninde sonunda hesap verilecek. İranlı Zencani, “Türkiye’de 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttım” diyor! Sanırım bu rüşveti CHP almadı! Ben de almadım. Kıyısından köşesinden bir TL bile aldın diyorlarsa, yargı önünde hesap vermeye hazırız. Bilmiyorum, siz aldınız mı? O zaman kim aldı?
Devleti Soymak Hem Zor, Hem Kolay!
Devleti soymak; hem çok zordur, hem de çok kolaydır. Halk için, sıradan insan için devleti soymak zordur. Adamı 10 TL için hapse bile atarlar. Ama iktidarsan, üst düzey devlet memuru isen, belediye başkanıysan; çalmak ve soygun kolaylaşır.
Ayrıca; soygun devletin hazinesinden ve bütçesinden cebine para koyarak olmaz. Her şeyin bir yöntemi, adabı ve usulü vardır. Ülkenin öncelikli ihtiyacı olup olmamasına bakılmadan, ayağını yorganına göre uzatmadan ve “kamu zarar etmesin” endişesi duyulmadan yapılacak büyük projeler (köprü, baraj, otoyol gibi) en büyük yolsuzluk ve soygun girişimleridir. Tabii ki; köprünün müteahhidi verilecek komisyonun fazlasını proje bedeline ilave eder. Bu yüzden bu projelerde hazine yani kamu, yani siz fahiş oranda zarara uğratılırsınız.
“Milletin A… Koyacağız!”
Malum müteahhidin “Bu milletin a… koyacağız” sözleri, bu kapsamda söylenmişti. Anlamı; “Benden aldığınız komisyonu, ben de ihale bedeline ilave ederek halktan çıkaracağım” demekti, anlaşılamadı. Yoksa, durup dururken niçin milletin a… koysun!
İmar durumu değişiklikleri, büyük metropollerde kupon araziler üzerinde siyasi tasarruflar, hazine arazileri ve kamu mallarının süratle devri ve peşkeşi, abartılı örtülü ödenek kullanımı, ihalelerin ve harcamaların Sayıştay ve yargı denetiminden kaçırma girişimleri; soygunun ve yolsuzluğun çok açık belirtileridir.
Tarih Böylesine Tanıklık Yapmadı!
Ülkemizde geçmiş siyasi dönemlerde de yolsuzluk yapıldı, rüşvet dağıtıldı ve hazine zarara uğratıldı. Ama hiçbir dönem 2002’de başlayan, halen devam eden siyasi dönemle karşılaştırılamaz ve kıyaslanamaz. Hatta; bu toraklarda yaşayan Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bile bu çapta örgütlü, yaygın, üst düzeyde korunan ve kollanan yolsuzluk ve rüşvet düzenine tarih tanıklık yapmadı.
Bu dönemde iktidar eliyle, görünürde arttırılan ama arkası boş din ve dindarlık ile halkı kandırmaya ve yapılanların üstünü örtmeye çalışıyorlar! Sanırım; Amerikalı mafya lideri Al Capone’un yöntemini uyguluyorlar.
Yarın Samsun’dayım
“Çocukken, her akşam yatmadan önce Allah’a bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Allah’ın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her aksam yatmadan önce Allah’a günahlarımı affetmesi için dua ettim” demiş Al Capone!
Yarın (7 Ekim 2017), Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD Samsun) davetlisi olarak Samsun’da olacağım ve saat 14:00’de, Gazi Sahnesi’nde “Türkiye Nereye Gidiyor?” konusunu anlatacağım, cevabını merak ettiğiniz soruları yanıtlamaya çalışacağım ve sonuç olarak ne yapmamız gerektiğini sizlerle beraber tartışacağım.