TÜRKLERİN TARİHİ

Yayınlama: 15.08.2019
Düzenleme: 14.08.2019 23:56
3
A+
A-
1950 yılında doğdu. Mersin İleri İlkokulu ve Mersin Ticaret Lisesinden sonra 1971 yılında Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme bölümünden mezun oldu. Özel teşebbüste üretim planlama, pazarlama ve muhasebe departmanlarında görev yaptı. 1976 yılında Mersin’de Serbest Muhasebeci Mali Müşavir olarak çalışmaya başladı. Mali Müşavir ve Muhasebeciler Birliği Dernek çalışmalarında bulundu. 1990-1998 döneminde Mersin Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanlığı görevini üstlendi. Mersin Üniversitesi Geliştirme Vakfı (MÜGEV), Mersin İdman Yurdu Spor ve Eğitim Vakfı (MİYSEV) ve Mali Müşavirler Eğitim Vakfı (MEV) kurucu üyesi oldu. Mersin Atatürkçü Düşünce Derneği, Mersin Tüccar Kulübü, Mersin Tenis Kulübü, Mersin Briç Spor Kulübü, Mersin Temiz Toplum Derneği, İçel Sanat Kulübü, Mersin İdman Yurdu Spor Kulübü, Mersin Kuvayı Milliye Spor Kulübü, SODEV, Mersin Ticaret Liseliler Derneği, Türkiye Muhasebe Uzmanları Derneği, Galatasaray Spor Kulübü, Yenişehir Briç Spor Kulübü ve 1972 yılından itibaren Cumhuriyet Halk Partisi üyesi. 2013 yılından beri de Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis üyeliği görevini yürütmekte. Gazeteci-Yazarlığa devam ediyor. “Konular ve Görüşler” ile “Sözün Bittiği Yerdeyiz” isimli, İhracat Sektöründe Tekdüzen Muhasebe ve Kambiyo, Serbest Bölgeler, Maliyet Muhasebesi, Dış Ticaret İşlemlerinde Tekdüzen Muhasebe ve Kambiyo, İnşaat Sektöründe Tekdüzen Muhasebe ve Yapı Kooperatifleri konulu kitaplarım yayımlandı. Adana Yeminli Mali Müşavirler Odası üyesi üyesiyim. Halen Yeminli Mali Müşavir olarak Mersin’de faaliyet göstermekte. 1998-2008 döneminde TÜRMOB ve TESMER’de Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Evli ve Barış, Serdar ve Murat adlarında üç çocuk babası.

    Ünlü Fransız Türkolog Jean-Paul Roux “TÜRKLERİN TARİHİ” kitabında okurlarını 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa davet ediyor. Objektif tespitler üzerinden yazılan bu kitaptan bazı bölümleri paylaşmak yararlı olacaktır.

    “… Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar…” Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler Orta Asya’nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dahilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler.

    Bazen memlük, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist, ne kadar Hıristiyan, ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi?

    Türkler çoğunlukla Müslümandır ve laik rejimlerde yaşamaktadırlar. Türkiye’de ve Orta Asya’da laiklik aynı süreci izlemese de genelde yukarıdan gelen bir hareket olmuştur. Bu ulusların ümmetten çıktıkları söylenebilir, ama bu bir ölçüde doğrudur (çünkü din hala toplum içinde sanıldığından güçlüdür).

    Türkler işgal ettikleri ülkelerin bütünlüğünü bozmamış, bu ülkeleri değiştirmemişlerdi. Gerçekte başka kültürler tarafından asimile edilen onların üst sınıfı olmuştu. Dilleri bir doğu retoriğinin boyunduruğu altına girmiş, Arapça-Farsca deyişler, kalıplar ve sözcükler dillerini öyle istila etmişti ki köylüler anlamakta güçlük çekiyordu.

    Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan Türk olmayan toplulukların tereddütlerinden, hatalarından, ihanetlerinden sonra, imparatorluğu savunmak Türklere kalmıştı. Bu savunmayı büyük bir fedakarlıkla yerine getirirler, öyle ki bu durumdan en ufak bir çıkar sağlamazlar. Anadolu geri kalmışlığa terk edilmiş durumdaydı ve XIX yüzyılda, İstanbul lehçesinde “Türk” sözcüğü “kaba”, “geri kalmış köylü” yan anlamlarını da getiriyordu. Türkler yaklaşık iki yüzyıl boyunca bitmek bilmeyen savaşlar sırasında yiğitçe savaşmış, kanlarını bu uğurda dökmüşlerdi. Her şey bittiğindeyse geriye sadece 10-12 milyon Türk kalmıştı.

    Bitmek bilmeyen savaşlardan sonra yakılıp yıkılmış, nüfusu azalmış, olanakları ve kaynakları tükenmiş, kısmen işgal altında bulunan bir ülkede galiplerin mutlak iradelerinin karşısına dikilebilmek  için görülmemiş bir yüreklilik gerekliydi. Bu yürekliliği gösterecek kişi, daha önce Trablusgarp’ta (özellikle 1912’de Tobruk’ta) ve Çanakkale Savaşı’nda ün kazanmış başarılı bir komutan, radikal ve laik fikirleri benimsemiş eski bir Jön Türk, 1881’de Selanik’te doğmuş devrimci bir ruha sahip Mustafa Kemal Paşa’ydı.

    Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de yetkilerini Büyük Millet Meclisi’ne devrettikten sonra, Türkiye’nin cisimleşmiş örneği, bütün bir halkın iradesinin temsiliydi ve “Türklerin Atası” değil “Ata Türk”, yani “Ataları gibi Türk” anlamına gelen Atatürk adını aldı.

    Ahmet Akın

    Türkiye'nin siyaset, medya ve gerçekçi haberlerinin yer aldığı haber portalı