1967-71 döneminde Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi işletme bölümünde okudum. Önce Ankara Akademisi’nin sınavlarına girdik. Kayıt yaptırmak üzere Gazanfer Bilge otobüsüyle grup olarak gittiğimiz gece 23 haberlerinde radyodan Adana’ya Akademi açıldığı haberini dinledik.
Bazı arkadaşlarımız Ankara’ya kayıtlarını yaptırdılar. Bazı arkadaşlarımız ise daha önceden İstanbul Sultanahmet’e kayıt olmuşlardı. Çok sayıda arkadaşımız ise Adana’yı tercih etti. Benim de işime gelmişti. Adana’daki dayımın fırınında (Arlı Fırını) hem çalışıp hem de okula gitme şansını yakalamıştım. Ancak daha sonraki yıllarda çok sürpriz gelişmeler oldu.
Adana Akademisi, Atatürk Parkı içindeki daha önce Çukurova Koleji olarak kullanılan binada eğitime başladı. Orada geçen yıllarla ilgili yazılacak çok şey var ama bir tanesini yazmadan geçemeyeceğim. Büyük salonda ilk derslerden birisinde Eskişehir’den derse gelen bir hocamızın tavsiyesini hiç unutmadım. “Çocuklar size üç şey önereceğim: 1)İngilizce öğrenin, 2)10 parmak seri daktilo yazın (O zamanlar bilgisayar yok), 3)Dans etmeyi öğrenin.
İngilizce yine çok önemli. Daktilonun yerini bilgisayar klavyesi aldı. Sanırım hocamız dans etmeyi öğrenin demekle sosyal olun demek istedi. Tiyatro, müzik, halk oyunları ve spor bunun içinde olmalı. O yıllarda seri şekilde 10 parmak daktilo yazan hemen devlete memur oluyordu. İngilizce bilen sayısı çok azdı. Şimdi de öyle. Ticaret Lisesi mezunu olduğumuz için çok hızlı 10 parmak daktiloyu biliyorduk. İyi kötü tiyatro, halk oyunları ve spor gibi sosyal aktivitelerin içinde oluyorduk. En önemli eksiğimiz İngilizceydi.
İngilizce açığımızı kapatmak için bazı arkadaşlarımızla Tarsus Amerikan Kolejinin ingilizce gece kurslarına yazıldık. Öğretmenler Amerikalı ya da İngilizdi. Tarsus Amerikan Koleji’de çok başarılı bir okuldu. Son yıllardaki eğitimdeki erozyondan o da nasibini aldı.
Akademiye başladığımız yıl Fransa’da öğrenci hareketleri başladı. 1968’de İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde kendini gösterdi. Daha sonraki yıllarda da Anadolu’ya yayıldı. 27 Mayıs 1960’da çocuktum. 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül ve 27 Şubat’ı bizzat yaşadım. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Adalet Partisi iktidarını çok korkutmuştu. 12 Mart muhtırası ABD destekli olarak bu korku sonucunda ortaya çıktı.
12 Mart 1971 günü otobüsle İstanbul’dan Ankara’ya seyahat ediyordum. Askerler tüm yolları kesmişler ve otobüsleri durduruyorlardı. Otobüse bir yüzbaşı ve iki asker çıktı. Çok ilginçtir askerlerin elinde saçları sıfırlayan tıraş makinesi vardı. Ben de uzun saçlı ve parkalı üniversite son sınıf öğrencisi olarak sıramı bekliyordum. Yanıma yaklaşan yüzbaşıya kimliğimi uzattığımda bana ilk sözü şu oldu. “Keselim mi senin de saçlarını?” Siz bilirsiniz dedim. Kimliğimi geri veren yüzbaşı diğer sıralara doğru yürüdü. Askerin bu saç kesme ve yeşil parka çıkarttırma işi ne zaman aklıma gelse beni bir gülme alır.
12 Eylül, 12 Mart’tan çok sert oldu. 600 bin genç işkenceden geçti. Faili meçhullerin sayısı bilinemedi. “Netekim Paşa”nın asmayalım da besleyelim sözü zihinlere kazındı.
Ahmet Akın