Aylardan Temmuz . Bu ayla ilgili bir mitolojik öyküyü hatırlatmak isterim.
Sümer şairlerine göre Tanrıça İnana,toplumun süsü Sümer’in neşesidir. Ay tanrısı Nanna’nın kızıdır. Akad’lar da İştar, Musevilerde Astarte, Yunan da Afrodit, Roma da Venüs adını taşıyarak yüzyıllar boyu çeşitli toplumların efsanelerinde yaşamıştır. Sümerler kadınlarda görmek istedikleri, izledikleri bütün nitelikleri İnanna’yı yaratarak ona vermişlerdir. Onu yüceltmiş,ona tapmış,onun hakkında bir sürü şiir ve hikaye yazarak ölümsüzleştirmişlerdir. O güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın ve daha bir sürü vasfın hatta en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolü olmuştur.
Onu anlatan öykülerde;
-Kabil ile Habil’in tartışmasını
-Leyle ile Mecnun’un sevişmesini
-Çobanların erişilmesi zor aşklarını
-Kadının fettanlığını,insafsızlığını
-Erkeğin umursamazlığını,ihanetini
-Kardeş sevgisinin ne karda yüce olduğunu görürüz.
Bu hikayelerden en önemlisi ve yaygın olanı, İnanna ile Çoban Tanrısı Tammuz’un (dumuzi) ülkeye bereket sağlayan evlenmesidir.Bu öykünün özeti şöyledir,
Tanrıça İnanna ile bazı tanrılar evlenmek ister. Bunların arasında Çoban tanrısı Tammuz(Dumuzi) ve Çiftçi Tanrısı Enkimdu en ateşlileridir. İnanna’nın’nın Çiftçi Tanrısı’na gönlü daha yatkındır, fakat kardeşi Güneş Tanrısı Utu’nun önerisi ile Çoban Tanrısı Dumuzi’yi seçer ve onunla evlenir. Bir süre sonra İnanna yer altı dünyasının hakimesi olan kız kardeşi Ereşkigal’i görmeye gider. Ereşkigal, İnanna’nın yer altı hakimiyetini de alacağından korkmaktadır ve yeraltı kuralı olarak onu cesede çevirir. Onun geri dönmediğini gören veziresi Ninşubur tanrılar meclisine giderek onu kurtarmalarını rica eder. Bu ricaya yalnız Bilgelik Tanrısı Enki kulak verip kurtarmak için yol gösterir. Tanrıça dirilip tam yeryüzüne çıkacağı zaman ‘yeraltına giren kolay kolay çıkamaz, yerine birini bırakman gerek’ derler. Tanrıça etrafında yerine birini almak üzere gelen yer altı cinleriyle yeryüzüne çıkar.
Onun yokluğuna üzülmüş bütün tanrıların çuvallar giymiş olduğunu gören tanrıça hiçbirini vermeye kıyamaz. İnanna cinlerle beraber kocasının bulunduğu yere gelir. Bir de ne görsün! Dumuzi karısının yokluğunda hiç üzüntü duymadan en güzel giysileriyle tahtında kurulmuş oturuyor. Büyük bir kızgınlıkla cinlere ‘alıp götürün bunu’ der. Böylece cinler Dumuzi’yi yaka paça yeraltına götürür. Dumuzi, İnanna’nın erkek kardeşi Güneş Tanrısı Utu’ya kendisini kurtarması için yakarır. Onun yardımıyla bir ara yeraltından kurtulsa da tekrar yakalanır.
En sonunda Dumuzi’nin kız kardeşi Rüya Tanrıçası Geştinanna tanrılar meclisine başvurarak kardeşinin yerine yarım yıl yeraltında kalmayı kabul ederek Dumuzi’yi yarım yıl özgür bıraktırır. Yeryüzüne çıkan Dumuzi karısı İnanna ile tekrar birleşir. Bununla yeni bir yıl başlar. Ortalık yeşillenir, tahıllar büyür, hayvanlar döllenir. Böylece ülkeye bereket gelir.
Gelelim kızlarımız EYLÜL VE LEYLA `ya . Artık yoklar !
Fark eder mi isminin Eylül, Leyla olması veya Ayşe, Emine olması? Fark eder mi yaşının 3,5 ya da 15 olması? Onlar bizim çocuklarımız, fark eder mi?
Duyduğumuz her haber kızlarımız için adı ne olursa olsun içimizi yakar kavurur.
Keza erkek çocuklarımız için de, onlar bizim çocuklarımız, hepimizin. Ne kadar acı neredeyse her gün bir şehirden, mahalleden, okuldan, kurstan kötü haberler alıyoruz hem de çok uzun yıllardır. Öyle ki, artık bu haberler gazetelerin üçüncü sayfalarında yer aldı. İlk defa daha önlerde yayınlansa bile anneler, babalar perişan oldu. Yıllar içinde bu tür haberlerle karşılaşan toplum farkında olmadan duyarsızlaştı. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyordu. Başlarına böyle şeyler gelmeyen analar, babalar “Allah korusun, Rabb’im çok şükürler”de kaldılar. Zaman zaman duyarlı insanlar protesto ettiklerinde, diğer insanlar sadece seyrettiler. Toplumsal ve bireysel duyarlılığımızı soldurdular, kaybettirdiler.
Belki bilmiyoruz, belki unuttuk ama çocuk istismarı insanlık suçudur.
Gelişmiş ülkelerden falan bahsetmeyeceğim bile. Ben ihtiyacımız olan şeyin zaten kurucumuz Atatürk’ün gösterdiği yolda olduğunu biliyorum. Dediği gibi “Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar” M.K. Atatürk.
Aslında gittikçe değişen politikalarla, kadının toplumdaki yeri kadınlara, kız çocuklara bakış açısı değişime uğradı. Özellikle milli eğitim politikalarının 4+4’lerle başlayan 2009 yılında orta okul ve lise öğrencilerinin nişanlanması serbest bırakılmış. 2013 yılında da evli öğrenciler, açık öğretim lisesine yönlendirilerek lise çağlarında evliliğin yolu açılmıştı.
Tüm bu kararlar neticesinde 2014 yılında 20 bine yakın aile 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için dava açmıştı. Mahkemelerin bu yönde verdikleri olumlu kararlarda ciddi artışlar oldu. 2015 yılında Anayasa Mahkemesi resmi nikah kıymadan dini nikah kıyan imamı ve çiftlere ceza verilmesi yasasını esneterek bir şekilde çocuk yaşta evlilikleri yasaklayan yasaları da böylece bir nevi atıl duruma getirmiş oldu.
Devamıyla bir yasa iptaliyle, çocukların cinsel ilişkiye rıza yaşının 15’ten 12’ye indirilmesinin önünü açmış oldu.
Uzun zamandır uygulanan cinsiyet ayrımcı, kadın ve erkeği eşit görmeyen, kadını aile içinde tanımlayarak, sosyal ekonomik ve siyasi hayattan uzaklaştırıp sadece çocuk doğuran ev işiyle ilgili bir konuma tanımlayan bir bakış açısı günümüzde hepimizin okuduğu veya seyrettiği sosyal medya haberlerinde, yetkili olduğunu söyleyerek veya konumlayarak, çocuk yaşta evliliği onaylayan, kız çocuklarının istismar edilmesini “geleneklerle, inançla” açıklayarak toplumda algı geliştiren kişiler. Gittikçe değersizleştirilen bizler, insanlar.
Andımız kaldırıldı. Sonrasında insanımız küçüklerimizi korumayı unuttu.
Kadın bakanlığının adı Aile bakanlığı oldu . Kadın cinsiyeti yok sayıldı . Boşanma rekorları kıran bir ülkede Aile bakanlığı var olsa ne , olmazsa ne ..
Bugün gelmiş olduğumuz noktanın kapılarını açan bizzat AKP iktidarının cehalet dolu politikaları ve aynı cehaletin meclsi sıralarını doldurmuş olmasından öte bir şey değildir.
Cumhurbaşkanlığı makamı dahil yaşamakta olduğumuz toplumsal travmanın en büyük müsebbibi ve sorumlusudurlar.
Kimse sorumluluğu başka yerde aramasın . On beş yıllık yıkımın kanla sulanan gerçekliğini yaşıyoruz.