17 Ağustos …
Bir kara gün ve bir acı anı …
Depremden bir kaç gün önce, lojman toplantısında sınıf arkadaşıma lojmanda komşu olabilmek için çok ısrar etmiştim.
Adı Erkan SANCAK.
Tüm ısrarlarıma rağmen Erkan “çok küçük dışarıda oturacağım ” demişti ve onu ikna edememiştim.
17 Ağustos 1999 …
O gece,
biraz geç yatmıştım.
Havada da bunaltıcı bir sıcak vardı.
Aniden korkunç bir gürültü ve uğultu ile yattığım yerde sağa sola savrulmaya başladım.
Kalkamıyor, doğrulamıyordum.
Yaklaşık otuz saniye sonra, bir ara sarsıntı durdu ve nasıl olduysa doğruldum. Kapıya doğru yöneldiğimde sarsıntı yeniden başlamıştı.
Sanırım o an herkes gibi benim de bu felaketten kurtulabilmek geçiyordu aklımdan. Bir de birgün önce İzmir’e yolcu ettiğim güzel kızımın yüzü.
Onun için hayata tutunmalıydım. Küçücük kızım için. Onu tekrar görebilecek miydim?
Ayağımı attığım her basamak yükseliyor ve ayağımı atmama gerek kalmıyordu.
Bu düşünceler, korku ve telaş içerisinde bina dışına kendimizi attığımızda, toz ve karanlıktan hiç bir şey gözükmüyordu.
Bu esnada da yolun karşı tarafındaki yedi sekiz katlı binalar, gözlerimizin önünde birer birer yerle bir oluyordu.
Büyük, çok büyük bir deprem olduğunun farkındaydık ama
bu dehşetengiz manzaranın boyutunu ancak gün ağırırken görebilmiştik.
Bir mahşer !
Çığlıklar, ağlamalar, toz, duman, enkaz altından insan sesleri …
” BURADAYIZ !!! “
Aman yarabbi !!!
Evlerin altındaki tüp bayilerinin patlaması.
Her sarsıntıda bir evin daha, toz ve gürültü ile çökmesi. Korku, endişe ve gözyaşı.
Gün biraz daha ağarırken açık alanda eşi dostu arar olmuştu herkes.
Her gördüğüm yüz beni çok mutlu ediyordu.
Sessiz iki cümle geçiyordu içimden, herkesin geçtiği gibi.
” O da kurtulmuş … “
Bir ara yaşlı bir teyzeye yaklaştım. Çimlerin üzerine oturmuş hem kendi, hem de kucağındaki bebek ağlıyordu.
Omuzuna dokundum, sarıldım. O da bana sarıldı.
” Teyzem kimin bu bebek ? ”
Aldığım cevap karşısında yığılıp kaldım.
Minik bebek arkadaşım Erkan’ın dı…
Kader, lojmanlar küçük diye istemeyen devre arkadaşımı, yeni taşındığı evde yakalamıştı deprem. Bina çökmüş, eşi ve kendisi hayatını kaybetmişti.
Sadece enkazdan bebekleri sağ çıkabilmişti.
Yazgı …
Deprem öldürmez diyor bilim.
Bina öldürürmüş.
Uygar dünyadaki deprem ile ilgili haberleri izliyoruz zaman zaman.
Mühendislik biliminin iddiası, zemine göre yapı.
Bu iddiayı sık sık duyar ve etrafımıza baktığımızda, hayata geçtiğini görürüz.
Fakat bir etken var.
Bilim, istediği kadar doğanın şifrelerini çözmek için mücadele etse de, bulmacanın bir parçası devamlı eksik kalıyor.
Bu da, doğanın gücüne yüzde yüz karşı gelebilecek bir karşı gücün olmadığı.
Bir gerçek var.
Alınması gereken bir ders.
Doğadan ne kadar alırsanız, doğa bir gün gelir onu sizden geri alır.
Hem de fazlasıyla.
Gölcük ve Değirmendere’de deniz doldurularak inşa edilen ne kadar bina, yol varsa o gece geri aldığı gibi.
İlahi ve evrensel denge her zaman bu bilek güreşini kazanır ve kazanacaktır.
Hele hele, harcınız deniz kumu, demiriniz eksik gramaj ve çimentonuz da kayıp ve kaçaksa, yaşayabileceğimiz dramlar kaçınılmazdır.
Sevgili dost ;
bakın şöyle bir etrafınıza. Her yanımız gökdelenler ve irili ufaklı taş yığını olmuş.
Hal böyleyken, yaşanacak yeni dramlar için gözyaşlarımız akacağı anı bekliyor olacaktır.
Ne su, ne de rüzgar akacağı yeri, eseceği yönü bulamamakta.
Neredeyse bir karış toprağa, bir ağaç yeşiline hasret kalmışızdır.
Adı büyükşehir, kendi betondan açık hava zindanlarında.
Her 17 Ağustos’larda yitip giden canlar hatırlandıkça, bu hal ve gidişler ile akılda hep aynı soru;
Bizleri, ne zaman ve nerede yakalar bu acı ihtimal acaba ?
Düşünüp durduğumuz bu sorunun nedeni ise, taşı taş üstüne koyan rant ve menfaat düzeni olsa gerek bakınca.
Bir 17 Ağustos dramından küçücük bir kesittir aktardığım.
O gün ben, hayatıma kaldığı yerden devam edenlerdendim.
Hala içim yanıyor hatırladıkça.
Ve hatırlatmak isterim :
Onca acı yaşanmışken, onca acı hatıra ve gebeyse yeni acı tecrübelere bakıldığında ” Hala sesimi duymazdan geliyorsunuz ” diye haykırıyor DOĞA ANA !!
Sesini duyan var mı ki, acaba?
Kayıplarımıza rahmet ve dua ile…
Atatürk ile kalın.
Selam ile …